loading.gif
mobile-banner-bg

Başbakan Erdoğan: "İslam'la, Terörü Eş Değer Görmek Art Niyettir

...
06 Mart 2010 - Cumartesi

''İslamla, Müslümanla terörü eş değer görmek art niyettir.

AK PARTİ Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''İslamla, Müslümanla terörü eş değer görmek art niyettir, kötü niyettir, suizandır, çirkin bir propagandanın neticesidir'' dedi.

 

Başbakan Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kuruluş yıl dönümü ve ''2010 Kur'an Yılı'' etkinlikleri açılış töreninde yaptığı konuşmada, tabiatın boşluk kabul etmediğini söyledi.

''Bir alan boş bırakıldığında oraların nasıl doldurulduğunu, kimler tarafından doldurulduğunu acı tecrübelerle gördük, görüyoruz. İslamla, Müslümanla terörü eş değer görmek art niyettir, kötü niyettir, suizandır, çirkin bir propagandanın neticesidir'' diyen Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

''Ama bu algıyı pekiştiren, bu algının oluşmasına yol açan hataların yapıldığı da görmezden gelinemeyecek bir gerçektir. Bu hatalar bir alanın boş bırakılmasının, ihmal edilmesinin, buna ehemmiyet gösterilmemesinin neticesidir. Gerçek bilim adamlarının, gerçek aydınların, münevverlerin boş bıraktığı alanların, 'medya vaizleri' tarafından doldurulduğunu ve soru işaretlerinin hızla çoğaldığını da müşahede ediyoruz. Ben onun için siz değerli kardeşlerimden, lütfen bizi medya vaizlerinden kurtarın. Bunu istirham ediyorum.

Ben açıkçası Türkiye'nin güzide bir kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sadece ulusal ölçekte değil, küresel ölçekte bir örnek teşkil ettiğine, etmesi gerektiğine inanıyorum. Taraf tutmadan, soru işaretlerini artırmadan, sade bir şekilde, anlaşılır bir şekilde malayani tartışmalara kapılmadan, dosdoğru bir yol tutturduklarını ve bu yolda kararlılıkla ilerlediklerini görüyorum.''

Başbakan Erdoğan, ''Eğer Kur'an bir kesim tarafından hayat veren kitap olarak algılanıyor diğer bir kesim tarafından bunun tam tersi bir şekilde algılanıyorsa, burada biz Müslümanları ilgilendiren çok ciddi bir mesele olduğu kaçınılmaz bir gerçektir'' dedi.

Başbakan Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş yıl dönümü ve ''2010 Kur'an Yılı'' etkinlikleri açılış töreninde yaptığı konuşmada, Başkanlık çalışanlarının her türlü fedakarlık içinde çalışmalarını yürüttüklerini söyledi.

Diyanet çalışanlarının, 24 saat esasına göre görev yaptıklarını ve her an hayatın, her an toplumun içinde olduklarını belirten Başbakan Erdoğan, ''Türkiye'de bir çok insanın yetişmesinde, erdem, fazilet, bilgi ve hikmete ulaşmasında formel eğitimle birlikte Diyanet personelinin çabaları da etkili oldu. Kur'an eğitiminden sağlıklı dini bilgi aktarımına kadar hayata müteallik her alanda onların bilgi ve tecrübesinden faydalandık. Milletçe Diyanet personeline şükran borçluyuz. Ben burada bu şükran ifadelerini kendilerine özellikle sunmak istiyorum'' diye konuştu.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kuruluş yıl dönümüyle birlikte önemli bir programın da başlatıldığını, 2010 yılının ''Kur'an-ı Kerim'' yılı ilan edildiğine dikkat çeken Başbakan Erdoğan, yılın hayırlı, yapılacak tüm faaliyetlerin başarılı olmasını diledi.

Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

''1400 yıl önce Hazreti Peygamber aracılığıyla 'İkra' yani 'Oku' emriyle nazil olmaya başlayan Kur'an, o andan itibaren tüm insanlığı kucakladı ve sıcaklığıyla, hikmetiyle, nuruyla kuşattı. İlahi muhafaza altında olan kutsal kitabımız, bugün de gönüllere şifa olmaya, inananların yolunu aydınlatmaya, tüm insanlığa barış ve kardeşlik mesajı vermeye devam ediyor. Elbette burada Kur'an'a bir ömür adamış değerli hocalarımızın yanında Kur'an'ın anlaşılmasına ilişkin teorik görüşler serdedecek değilim. Burada haddi tecavüz edemem.''

"Gecikmeden öz eleştiri yapmamız gerekiyor"

Başbakan Erdoğan, Başbakanlık yaptığı 7 yıl içinde 81 ülkeye 233 ziyaret gerçekleştirdiğine dikkat çekerek, İslam ülkelerindeki manzarayı görme fırsatı bulduğunu dile getirdi.

Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:

''Bunun yanında diğer ülkelerde de İslam imajını, Müslüman imajını ve algısını müşahede etme fırsatı buldum. Ortada hakikati en güzel şekilde ortaya koyan kutsal bir kitap varken ve o kitap 1400 yıl boyunca muhafaza edilmişken nasıl olup da böyle birbirinden çok zıt yorumların ortaya çıktığını, bu mesaja uygun olmayan durumların yaşandığını emin olun anlamakta zorlandım ve zorlanıyorum. Elbette farklı yorumlar, farklı tefsirler olacak, bunu yadırgamıyorum. Hatta farklı fakat birbiriyle çatışmayan yorumları, tefsirleri gördüğümüz zaman Kur'an'ın büyüklüğünü ve zenginliğini daha iyi anlıyoruz. Ama eğer Kur'an bir kesim tarafından hayat veren kitap olarak algılanıyor diğer bir kesim tarafından bunun tam tersi bir şekilde algılanıyorsa, burada biz Müslümanları ilgilendiren çok ciddi bir mesele olduğu kaçınılmaz bir gerçektir.

Kur'an'ın özellikle Batı dünyasında ve toplumlarında farklı şekillerde algılanmasında elbette art niyetin ve propagandanın etkisi var. Ama bu ön yargıları gidermek için ne yaptık? Hatta bu ön yargıları oluşturacak ne yaptık? Bunu da kendimize sormamız ve öz eleştiriyi artık gecikmeden yapmamız gerekiyor. Merhum Mehmet Akif ne güzel ifade etmiş; 'İbret olmaz bize, her gün okuruz ezberde/Yoksa bir maksat aranmaz mı ayetlerde?/Lafz-ı muhkem yalnız, anlaşılan, Kur'an'ın/Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mananın/Ya açar Nazm-ı Celil'in, bakarız yaprağına/ Yahut üfler geçeriz, bir ölünün toprağına'. Esasen Akif'in gönül ve hikmet diliyle ortaya koyduğu bu dizeler, benim bahsettiğim o farklı algılamaların sebebini de gayet açık bir şekilde ortaya koyuyor. Evlerimizin odalarında, duvarlarında asılı durur ama bunun için değil tabii hikmeti nüzulü...

Safahat'ın bir başka yerinde de şunları söylüyor Akif, bu hele bizim için çok daha önemli; 'Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı'. İşte bunun üzerinde ısrarla durmamız gerekiyor. 1400 yıl önce 'Oku' emriyle nazil olmaya başlayan ve Akif'in dediği gibi idraki kuşatması gereken bu ilahi kitabın müntesiplerine, açık söylüyorum, böyle bir manzara yakışmıyor. Aydınların, yazarların, bilim adamlarının özellikle de din alimlerimizin bu soruyu çok daha yüksek sesle, çok daha gayretli biçimde sormaları ve sorgulamaları gerektiğine inanıyorum.''

"İslam dünyasının problemlerini küçük hatalarda aramak gerekiyor"

Ziya Paşa'nın gazelindeki ''Dolaştım mülkü İslamı, bütün viraneler gördüm'' dizesini de hatırlatan Başbakan Erdoğan, bugün böyle bir manzarayla karşı karşıya olunduğunu ifade etti.

Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Gerçekten de yoksulluğun had safhada olduğu, gelir dağılımındaki uçurumun büyüdüğü, hoşgörüsüzlüğün arttığı, savaşların, çatışmaların terörün artık alın yazısına, yaftaya dönüştüğü bir çağı yaşıyoruz. Hiç kuşkusuz bu manzara bizi var eden öğretilerin eseri değil. Tam tersine bu manzara bir uzaklaşmanın, teori ile pratik arasında oluşan uçurumun eseridir.

Dünyayı değiştirmek, dönüştürmek için kafa yoranların, kendisine büyük büyük hedefler belirleyenlerin, bu yolda uçlara doğru yolculuk yapanların mikro meseleleri unuttuğunu, ihmal ettiğini üzülerek görüyoruz. İslam dünyasının problemlerini belki de çok küçük hatalarda aramak gerekiyor. Acaba sokakta bir yaşlının ayağına mı bastık? Acaba semtimizde bir yoksul var da bizim haberimiz mi yok? Acaba birine hor gözle mi baktık? Kalp mi kırdık? Bir gönül mü yıktık? Bence asıl sorulması gereken sorular bunlardır. Gençlere, çocuklara anlatılması gereken, hiç kuşkusuz, dünyayı değiştirme hedefinden ziyade kendisini, kendimizi değiştirme hedefi olmalıdır. Dünyayı kurtarmak için yola çıkanların kendi yuvasını, sokağını, semtini, mahallesini, ilini ve ilçesini gözetmesi öncelikle tavsiye edilmelidir. 'Kendini bilmeyen Rabbini bilmez' diyor ilahi mesaj. Ondan esinlenerek Yunus Emre, 'İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir/Sen kendin bilmezsen bu nice okumaktır' diyor. Kur'an'ın ve hadislerin birçoğunda güzel ahlaka vurgu yapılıyor.

Ne yazık ki bu ayrıntı gibi görülen ilkelerin terk edilmesi, telafisi son derece güç zararlara yol açıyor. Ben Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu manada çok önemli bir vazife yüklendiğine inanıyor ve bu vazifeyi de hakkıyla taşıdığını düşünüyorum.''

"Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'nin En İyi Şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı Tarafından Anlatılacağına İnanıyorum"

Başbakan Erdoğan, ''Hakkari'deki anne ile Yozgat'taki anne, evlatlarının başında aynı Fatiha'yı, aynı Yasin'i okuyorsa, aynı duayı ediyorsa, cemaat aynı kıbleye dönüyorsa, burada ciddi bir yanlış var. Ben bunu söyledim. Bu ifadelerimin bile farklı yerlere çekildiğini gördüm'' dedi.

Başbakan Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kuruluş yıl dönümü ve ''2010 Kur'an Yılı'' etkinlikleri açılış töreninde yaptığı konuşmada, terör konusuna değindi.

''Radikal İslam değil, ılımlı İslam değil, buna benzer önüne sıfatlar eklemek suretiyle getirilmiş bir İslam anlayışı değil, dosdoğru ve son derece sade bir anlayış, baskıdan uzak, zorlamadan uzak, iradeyi gözeten bir yaklaşım sergileniyor'' diyen Başbakan Erdoğan, dünya konjonktürü dikkate alındığında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yaklaşımını ne kadar doğru olduğunun görüldüğünü söyledi.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, her türlü siyasi tartışmanın dışında tutulması gerektiğini dile getiren Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

''Bu kurumu daha verimli kılacak tavır, budur. Başkanlığın her adımının linç yaklaşımıyla eleştirilmesini, başkanlık personelinin hakları söz konusu olduğunda konunu çok farklı yerlere çekilmesini ben ülkeye ve millete yönelik ciddi bir sorumsuzluk olarak görüyorum.

Şunu da hatırlatmak durumundayım, Diyanet İşleri Başkanlığı, Medeniyetler İttifakı Projesine eş başkanlık yapan ülkenin Diyanet İşleri Başkanlığı'dır. Biz, ülke olarak kültürler arasında, medeniyetler arasında çatışmayı değil, uzlaşmayı ve diyaloğu teşvik eden uluslararası bir projenin sahibiyiz. İslam... Bu kökten gelen bir dinin mensuplarıyız. Barış... Öyleyse dünya barışında baş aktör olması gereken ülke biziz. Bu ülkede de birincil noktada da konuşacak olan bence sizlersiniz. Yine ulusal ve uluslararası bazda bunu söylüyorum.

Tarih boyunca, tarih boyunca 3 kıta üzerinde kurulmuş devletlerimiz, böyle bir hoşgörü iklimini inşa ettiler ve yaşattılar. Bunu ecdadımızda görüyoruz. Bugün o devletlerin mirasçısı olarak, bu iklimi geliştirmek ve çağın imkanları doğrultusunda insanlığa taşımak gibi bir sorumluluğumuz var.

100'den fazla ülkenin desteklediği bu proje, zaten aynı zamanda bizim dilimizdeki inceliğin, o yumuşaklığın da bir tezahürüdür. Bizim tarihi tecrübemizin yanında Diyanet'in de gayretiyle inanıyorum ki bu proje başarıya doğru yol alacaktır.''

"Diyanet İşleri Başkanlığı, kardeşliği pekiştirecek kurumlardan biridir"

Başbakan Erdoğan, bu noktada Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gerekli birikimi olduğunu dile getirerek, Medeniyetler İttifakı gibi uluslararası projeyi başarıyla taşırken, ülke içinde de kardeşliği, birliği, bütünlüğü pekiştirecek, beraberliği pekiştirecek, destek olacak kurumlardan birini yine Diyanet İşleri Başkanlığı olduğunu söyledi.

Başbakan Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:

''Tüm kurum ve kuruluşlarımızla, STK'larla, aydınlarımız, sanatçılarımızla birlikte Diyanet İşleri Başkanlığının ve onun değerli mensuplarını da bir devlet projesi olan milli birlik ve kardeşlik sürecinde, aktif rol almalarını ben sizlerden rica ediyorum, istirham ediyorum. Esasen, sürecin başarıya ulaşmasında ön yargıların kırılmasında toplumsal hastalıkların şifa bulmasında Diyanet kurumumuz tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya.

Çok ciddi çalışmaların olduğunu biliyorum. Farklı dil ve lehçelerde vaaz ve hutbe, farklı dil ve lehçelerde Kur'an-ı Kerim meali, ilmihal gibi çalışmalar belli bir aşamaya geldi.

Bunun ötesinde gönüllere hitap etmek, gönülleri birbirine ısındırmak, bizi var eden yapı taşlarını, bizi birbirimize bağlayan o sarsılmaz bağları tekrar hatırlatmak noktasında da sizden destek bekliyoruz.

Ülkenin sadece belli bölgelerinde değil, 7 coğrafi bölgede, 81 vilayette hatta yurt dışı teşkilatlarımızda hükümetimizin başlattığı ve bir devlet projesi olan Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'nin en iyi şekilde Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından anlatılacağına yürekten inanıyorum.

Zira biz, birliğin, beraberliğin, kardeşliğin adeta bir çimento gibi birbirine iyice kenetlendiği, birbiriyle kaynaştığı toplumuz, milletiz böyle olmamız gerekiyor. Hiç kimse bunu farklı yerlere çekmeye çalışmasın. Bakınız, Hakkari'deki anne ile Yozgat'taki anne, evlatlarının başında aynı Fatiha'yı, aynı Yasin'i okuyorsa, aynı duayı ediyorsa, cemaat aynı kıbleye dönüyorsa, burada ciddi bir yanlış var. Ben bunu söyledim. Bu ifadelerimin bile farklı yerlere çekildiğini gördüm. 'Başbakan meseleyi din üzerinden mi çözmek istiyor' şeklinde yüzeysel ve art niyetli yorumlar yapıldı. Ben türküleri de, şarkıları da dile getirdim, kahramanlarımızdan, birlikte gazi olduğumuzdan, birlikte şehit verdiğimizden bahsettim.

Elbette inançlarımız da bu noktada ortak paydamızdır. Elbette sahip olduğumuz inancın temel ilkelerini hatırlatmak durumundayım. Söz konusu olan kan, söz konusu olan gözyaşı, söz konusu olan insan. Biz yeter ki insanı yaşatalım, yeter ki insanı yüceltelim. Bunu ne şekilde ve nasıl yaptığınız teferruattır. Ortak inancı paylaşan, aynı yöne dönen, aynı ruh ikliminde yaşayan insanların birbirine husumet duymasının hiçbir mazereti olamaz.

Bizim tarihimizde Kerbela gibi, Hazreti Peygamber'in torununun ve ailesinin katledilmesi gibi gerçekten son derece acı bir vaka var, bu vakadan ders çıkarmak yerine, husumeti yaşatmak yeni Kerbelalara zemin hazırlamaktır.

Ülkemizin hiçbir ferdi arasında husumet ve hoşgörüsüzlüğün mazereti olamaz. Birbirimizi dinleyecek, anlayacak, hoşgörü ile birbirimize yaklaşacağız. Aramızdaki meseleleri konuşarak, asgari müşterekte uzlaşarak çözüm yoluna koyacağız. Bize yakışan budur, medeniyetimize, inancımıza yakışan budur. 1400 yıl boyunca dalga dalga büyüyen ilahi mesaj; 'inananlar kardeştir' diyor. Bunu tevile de, tefsire de bence ihtiyaç yoktur. Bu kadar özet ve net bir ifadedir.''