loading.gif
mobile-banner-bg

Başbakan Erdoğan'ın Ulusa Sesleniş Konuşmasının Tam Metni

...
06 Nisan 2010 - Salı

Aziz vatandaşlarım... Sizleri en kalbi duygularla selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Kış mevsiminin yavaş yavaş etkisini kaybederek yerini bahara bıraktığı, gönüllerimizde yeni başlangıçların, yeni umutların uyandığı güzel bir dönemin

ULUSA SESLENİŞ -  MART 2010 (Yayın)

 

Aziz vatandaşlarım...

Sizleri en kalbi duygularla selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Kış mevsiminin yavaş yavaş etkisini kaybederek yerini bahara bıraktığı, gönüllerimizde yeni başlangıçların, yeni umutların uyandığı güzel bir dönemin başında yine birlikteyiz.

Bildiğiniz gibi her yıl Mart ayında ülkemizin her bir köşesinde tarihimizin, en şanlı sayfalarından biri olan Çanakkale Deniz Zaferi'ni şehitlerimizin manevi huzurunda törenlerle yâdediyoruz.

Bu yılın 18 Mart'ında yine Çanakkale'de, 73 milyon insanımızı temsilen şehitlerimizin huzurundaydık.

İnanıyorum ki Çanakkale Destanı sadece tarihe ibret vesikası sunmakla kalmıyor, her yıl artan bir şuurla Türkiye'nin medeniyet ufkunu da aydınlatıyor.

Çanakkale ruhu, bizim ne kadar zengin, ne kadar güçlü bir millet olduğumuzun, çeşitliliklerimiz içinde nasıl bir ve beraber yaşadığımızın da bir nişanesi aynı zamanda...

O şehit kabristanlarını dolaşanlar, o mezar taşlarını okuyanlar,  bu milletin nasıl bir millet olma şuuru içinde bütünleştiğini rahatlıkla görebilirler.

Türkiye'nin daha mutlu ve aydınlık bir geleceğe yürürken en büyük güvencesi de aslında bu ruh, bu şuurdur.

Ülkemizi layık olduğu yüksek medeniyet seviyelerine taşımak, 95 yıl önce vatanlarını, milletlerini, medeniyetlerini cansiperane biçimde savunan kahraman ecdadımıza borcumuzdur.

Bu vesileyle bütün şehitlerimizin ve gazilerimizin aziz hatıralarını bir kere daha rahmetle yâdediyor, mekânları cennet olsun diyorum.

Değerli vatandaşlarım...

Tarihin milletlere çok şey öğrettiği, bir vakıadır.

Geçmişte yaşananlardan alınacak dersler, geleceğin doğru temeller üzerinde inşa edilmesine büyük katkılar sağlar.

Ancak tarihe doğru bakmak, geçmişi hakkıyla değerlendirmek, bunu yapacak ehliyete sahip olmak da çok önemlidir.

Tarihi bir kere politikanın malzemesi haline getirirseniz, hakikate bir daha ulaşamayabilirsiniz.

Türkiye öteden beri tarihin tarihçilere bırakılması gerektiğini, meselelerin hallinde tarihe düşen hakemlik konumunun özenle korunmasını savunan bir ülke olmuştur.

Hükümet olarak bu gerçekten hareketle ilk günden beri ilkeli ve kararlı bir stratejik plan çerçevesinde hareket ediyoruz.

Tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılmasının gereğine sonuna kadar inanıyor, ancak bunun objektif bir zeminde, işin erbabınca ve somut deliller ışığında gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.

Türkiye'nin ne yakın, ne uzak geçmişinde komplekse kapılmasını gerektirecek bir durum bulunmadığına inancımız tamdır.

Bu nedenle tarihin adil hakemliğine herkesten çok ülke olarak biz açığız.

Geçmişte yaşanıp da karanlıkta kalan ne varsa aydınlansın, herkes elindeki delilleri masaya koysun, herkes eteğindekini döksün, tarihçiler bu malzemeyi objektif biçimde değerlendirerek durumu açıklığa kavuştursun diyoruz.

Bu tabloya engel teşkil edecek hiçbir ön şart da ortaya koymuyoruz.

Aksine bütün bu çalışmalara zemin hazırlayacak diyalog zeminini oluşturmak için ilk adımları da biz atıyoruz.

Buna karşılık maalesef, üçüncü ülkelerde yürütülen birtakım lobi faaliyetleri neticesinde her yıl pişirilen bu temcit pilavı yeniden önümüze getiriliyor.

Bu tablonun ne diplomatik nezaketle, ne hakkaniyetle, ne adaletle bağdaşır bir yanı yoktur.

Bakınız yüzyıla yakın bir zaman önce yaşanmış, tahkike, incelemeye, belgelendirilmeye muhtaç olaylardan sözediyoruz.

Ne ABD'nin, ne İsveç'in yüzyıla yakın zaman önce cereyan etmiş bu olaylarla doğrudan bir ilgisi var.

Ortada olayı delilleriyle açıklığa kavuşturan, yetkin ve objektif bir bilimsel çalışma var mı? O da yok!

Peki, neye göre karar veriyor bu insanlar?

Kendilerinin ya da partilerinin iç ya da dış politika menfaatlerine göre...

ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nde karar tek oy farkla Türkiye aleyhine çıkıyor.

Yani bir tek üyenin oyu bir ülkeyi, daha da önemlisi bütün nesilleriyle koskoca bir milleti yargılamaya kalkışıyor.

Böyle bir şey olabilir mi?

Böyle bir şey kabul edilebilir mi?

Bunu ne hakla yapıyorsunuz, neye dayanarak koskoca bir millete kara çalıyorsunuz?

Buna ne hakkınız var?

Mesele tarihi bir meselenin açıklığa kavuşması ise biz bütün imkânlarımızla bu işte varız.

Gelsinler tarihçiler ortak bir zeminde her türlü vesikayı masaya yatırsınlar, objektif biçimde meseleyi tartışsınlar, hakkıyla değerlendirsinler, çıkan karara da hepimiz saygı gösterelim.

Biz bütün arşivlerimizi açıyoruz, varsa onlar da arşivlerini açsınlar. Üçüncü ülkelerde varsa onlar da açsınlar ve bütün bu arşivlerdeki belgeler incelensin ve ondan sonra bu adımı atalım.

Yok, hayır, biz sadece lobileri dinleyip karar vereceğiz, her yıl da bunu tekrar edeceğiz diyorsanız, kusura bakmayın sizin kararlarınız bizi bağlamıyor.

Türkiye oldubittiyle, baskıyla, diplomasiyi hakkaniyetten uzak karambollere sürükleyerek uzaktan idare edebileceğiniz bir ülke değil...

Bu tür ciddiyetsiz girişimlere alet olarak sizler ancak ülkelerinizi ve çatısı altında bulunduğunuz kurumları tartışmalı hale getiriyorsunuz, Türkiye'yi değil...

Sizler bu olayın tarafı değilsiniz, eğer bu olayın tarafı varsa Ermenistan'dır, Türkiye'dir.

Bugün bütün parlamentoların, bütün politikacıların öncelikli görevi günümüzün kanayan yaralarına acilen çare aramaktır.

Sevgili vatandaşlarım...

Türkiye farklı dinlere, inançlara, etnik kökenlere, dil ve kültürlere sahip insanların aynı medeniyet çatısı altında asırlarca beraber dostça ve kardeşçe yaşadığı, tarihi mirasa sahip bir ülke...

 Asırlar boyunca süren bu mutlu ve huzurlu beraberlik, bu topraklarda yaşayan bütün insanlara ortak heyecanlar, ortak kazanımlar, ortak duygular getirdi.

Biz hiçbir zaman birbirinden ayrısı gayrısı olan insanlar olmadık, bugün de değiliz.

Bizim hiçbir vatandaşımızın dini, dili, kökeni, kültürü, inancı ne olursa olsun bir diğer vatandaşımızdan bir farkı yoktur.

Hepimiz bu ülkenin hür ve eşit vatandaşları, bu toprağın insanlarıyız.

Sevinçlerimiz, kederlerimiz, geleneklerimiz, türkülerimiz, sofralarımız hep birdir.

Daha geçen hafta biliyorsunuz Roman vatandaşlarımızla bir araya geldik, birlikte gülüp eğlendik.

Oradaki sıcak tablo, Türkiye'nin insani haritasının tamamı için geçerlidir.

Biz yaradılanı Yaradan'dan ötürü seven bir milletiz, bu güzellik içinde, bu yakınlık içinde birbirimize bakıyoruz.

Kardeşlik Projemizin de özü budur.

Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin vatadaşlarıyız. Hep birlikte Türkiye'yiz. Hepimiz bu Cumhuriyeti geçmişten geleceğe taşımaya, muasır medeniyet seviyesinin ötelerine ulaştırmaya azmetmişiz.

Biz bu insani zenginliği ülkemizin en büyük hazinesi olarak görüyoruz.

Ortak bir tarihe, ortak bir medeniyete, çeşitli kardeşlik ve akrabalık ilişkilerine,  sahip olduğumuz çok daha geniş bir coğrafya ile de gönül bağımız daima canlıdır.

Biz çevremizdeki bütün ülkelerle bu sıcak bağı geliştirmek arzusundayız.

Suriye de bizim yakın zamana kadar sıkıntılar yaşadığımız bir komşumuzdu, bugün hamdolsun çok güzel bir yakınlaşma içindeyiz.

Keza Yunanistan'la, Irak'la, İran'la, Gürcistan'la ve diğer komşularımızla da daha önce olmadığı kadar iyi bir komşuluk yürütüyoruz.

Ermenistan'la da bu yakınlaşmanın sağlanması mümkündür, bu konuda bizim bir önyargımız yok.

Ancak üçüncü ülkelerin meseleye bu şekilde dahil olmaları bu yolda da bir engel teşkil ediyor.

Yaşanan gerilimler diyaloğa hizmet etmiyor.

Herkesin sağduyu içinde, nezaketle ve karşısındakinin hakkını koruyarak hareket etmesi lazım...

Daha da önemlisi bu meselenin gerçek taraflarına, tarihi aydınlatma işinin de tarihçilere bırakılması lazım...

Türkiye bu hakkaniyet zemininde meselelerin halli için gayret göstermeye her zaman hazırdır.

Değerli vatandaşlarım...

Sizlerin de yakından takip ettiği gibi, Milli Birlik ve Kardeşlik Projemizi anlatmak, bu konuda görüş, öneri ve katkılarını almak üzere bir dizi toplantılar düzenlemeye başladık.

İlk etapta ses sanatçılarımızla bir araya geldik ve son derece verimli bir toplantı gerçekleştirdik.

Geçtiğimiz hafta sonu da sinemamızın, tiyatromuzun, sahne sanatlarının önde gelen simalarıyla yine aynı formatta bir toplantı düzenledik.

Yıllarca filmleriyle, oyunlarıyla, sahneye koydukları eserleriyle Türkiye'nin can yakıcı meselelerini cesaretle dile getiren sanatçılarımıza Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'ni anlattık.

Onlar da son derece özgür ve serbest bir ortamda görüş ve önerilerini ifade ettiler. Sorunlarını dinledik ve onları not ettik.

Türkiye'nin geleceğini aydınlatacak, kardeşliğimizi pekiştirecek, Türkiye'yi her alanda çok daha büyük bir ülke haline getirecek olan Milli Birlik ve Kardeşlik Projemiz, toplumun her kesiminin yüreğini ortaya koyması sayesinde başarıya ulaşabilecektir.

Yaptığımız toplantılarda sanatçılarımızın bu noktada büyük umut taşıdıklarını, heyecan taşıdıklarını, sorunların çözümü için ellerinden geleni yapmaya hazır olduklarını büyük bir memnuniyetle müşahede ettim.

Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'nin birçok boyutu var sevgili vatandaşlarım...

Ancak bu süreçte psikolojik boyut hepsinden ayrı bir önem ihtiva ediyor.

Türkiye bu noktada son derece sevindirici gelişmelere sahne oluyor.

Farklı kesimlerin artık birbirini anlamaya çalıştığını, birbirinin sorunlarına karşı daha anlayışlı yaklaştığını, karşılıklı ön yargıları bir kenara bırakarak birbirleriyle saygı ve şefkat temelinde kucaklaştıklarını büyük bir mutlulukla müşahede ediyoruz.

2010 yılı Nevruz kutlamaları bu yıl ülkemiz genelinde büyük bir coşkuyla, birlik ve beraberlik duygusu içinde kutlandı, hiç bir olay yaşanmadı.

İnanın, çok daha güzel günleri, çok daha mutlu ve müreffeh günleri de hep birlikte görecek ve yaşayacağız. Bütün bayramları, milli günlerimizi, baharın müjdecisi olan Nevruz'u inanıyorum ki çok daha büyük coşkuyla ve heyecanla kutlayacağız.

Türkiye'de çok güzel gelişmeler oluyor.

Türkiye geçmişte olduğu gibi, tarih boyunca olduğu gibi, bin yıl boyunca yaptığı gibi bir kez daha birbirine kenetleniyor, bir oluyor, beraber oluyor, iri oluyor, diri oluyor.

Türkiye, adeta ayağına pranga olan, önüne engel olan meseleleri tek tek aşarak geleceğe doğru kararlı adımlarla ilerliyor.

Birlik ve beraberliğimiz güçlendikçe, kardeşliğimiz pekiştikçe, Türkiye bölgesinde ve dünyada bugünkünden çok daha güçlü, çok daha itibarlı bir ülke olacak ve şunu da özellikle ifade etmek istiyorum:

Ülke olarak, millet olarak ulaşamayacağımız hiç bir hedef, çözemeyeceğimiz hiç bir sorun kalmayacaktır.

Yedi buçuk yıl önce hedef olarak belirlediğimiz birçok seviyeye, belirlediğimiz tarihten önce ulaştık.

Çözülemez gibi görünen birçok sorunu çözdük.

Hayal gibi görünen birçok hedefi, birçok seviyeyi gerçeğe dönüştürdük.

Daha da fazlasını yapabiliriz.

Biz güce, bu potansiyele, en önemlisi de bu iradeye ve cesarete sahibiz.

Türkiye ekonomisini nasıl 26'ıncı sıradan alıp 17'inci sıraya yükselttiysek, daha da büyüterek dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına sokabiliriz. İnşallah hedef 2023 yılı.

İhracatı nasıl 36 milyar Dolardan alıp krize rağmen 102 milyar dolara 2009 sonu itibarıyla ulaştırdıysak, Cumhuriyetimizin 100'üncü Kuruluş Yıldönümünde inanın ihracıtımızı da ithalatımızı da 500 milyar Dolara yükseltebilir, 1 trilyon Dolarlık dış ticaret hacmi seviyesine ulaşabiliriz.

Nasıl ki yedi buçuk yılda 11 bin 300 kilometre yol yaptıysak, bunu 15 bin kilometreye uzatabilir, nasıl ki bugüne kadar 420 bin konut inşaatına başladıysak, bunu da 500 bin rakamına yükseltebiliriz.

Buna inancımız sonsuz, bu potansiyeli de ülkemizde fazlasıyla görüyoruz.

Bunun için hepimize büyük görevler düşüyor, her bir insanımızın bu büyük medeniyet atılımının bir parçası olması lazım...

Bu yolu, milletçe aynı ideale inanarak, aynı duyguda birleşerek birlikte yürüyeceğiz.

İnşallah daha güzel, daha aydınlık bir Türkiye'nin kıvancını da hep birlikte yaşayacağız.

Sevgili vatandaşlarım...

Yine bu ay içinde gündemde yer bulan bir önemli meseleyi daha kısaca dikkatinize sunmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi Türkiye IMF üyesi 192 ülkeden biri...

Uzun yıllardır Türkiye yapılan stand-by anlaşmaları doğrultusunda IMF ile birlikte yoluna devam ediyor.

Önümüzdeki döneme ilişkin olarak IMF heyetleriyle yaptığımız görüşmeler neticesinde ortak bir zeminde anlaşma sağlayamadık.

Baştan beri IMF tarafına belli ilkelerimiz olduğunu, özellikle siyasi baskılara taviz vermeyeceğimizi ifade ediyoruz.

Sürecin sonunda IMF'in beklentileri ile bizim ilkelerimiz arasında bir uzlaşma noktasına ulaşılamayacağı ortaya çıktığından süreci sona erdirdik.

Türkiye bu dönemde IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapmayacaktır.

IMF yetkililerinin görüşü de Türkiye'nin yükselen yeni ekonomik göstergeleri açısından böyle bir anlaşmaya ihtiyacı olmadığı yönündedir.

Bundan böyle IMF ile ilişkilerimizi kendi rutini içinde sürdüreceğiz, yolumuza bu şekilde devam edeceğiz.

Türkiye ekonomik olarak artık rüştünü ispatlamış, kendi ayakları üstünde durabilecek bir sağlamlığa erişmiştir, bu konuda hiçbir şüphemiz, endişemiz yok.

Aksine kendi dinamik potansiyelimizi özgüvenimizle birleştirerek uzun vadede gücümüzü daha iyi hissettireceğimizi düşünüyoruz.

Çok kısa bir zamanda yaptığı atılımlarla dünyanın en büyük 17. Ekonomisi haline gelen Türkiye, inşallah Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yıldönümüne ilk 10 ülkeden biri olarak girecektir.

Buna inancımız sonsuz, bu potansiyeli de ülkemizde fazlasıyla görüyoruz.

Bunun için hepimize büyük görevler düşüyor, her bir insanımızın bu büyük medeniyet atılımının bir parçası olması lazım...

Bu yolu, milletçe aynı ideale inanarak, aynı duyguda birleşerek birlikte yürüyeceğiz.

İnşallah daha güzel, daha aydınlık bir Türkiye'nin kıvancını da hep birlikte yaşayacağız.

Aziz vatandaşlarım...

Malumunuz olduğu üzere ülkemizin uluslararası ağırlığı ve itibarı arttıkça hükümet olarak bizim diplomatik trafiğimiz de giderek yoğunlaşıyor.

Bu anlamda Mart ayını da ülkemiz için son derece hayırlı sonuçlar doğuracağına inandığımız dış temaslarla dolu dolu geçirdik.

Bu ay iki önemli yurt dışı ziyaretimiz gündeme ağırlığını koydu.

İlk önemli seyahatimizi Kral Faysal Vakfı tarafından şahsıma tevcih olunan "Kral Faysal Uluslararası Ödülü" münasebetiyle düzenlenen törene katılmak üzere Suudi Arabistan'a yaptık.

Riyad'da bulunduğumuz süre zarfında Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz El Saud ve Veliaht Prens Sultan bin Abdülaziz El Saud ile ayrı ayrı görüşme imkânı bulduk.

Kendileriyle iki ülke ilişkilerini ve işbirliği imkânlarını daha ileri seviyelere taşıma noktasında görüş birliğine vardık.

Yine bu görüşmelerde ülkelerimizi yakından ilgilendiren bölgesel ve uluslararası meseleler hakkında görüş alışverişinde bulunduk.

Başta Orta Doğu Barış Sürecinde yaşanan sıkıntılar, Gazze'deki insanlık dramı, Irak ve Yemen'deki son gelişmeler olmak üzere gündemdeki bölge ve dünya meseleleri hakkında ortak çabalar geliştirme konusunda mutabık kaldık.

Ayrıca yine bu ziyaretimiz sırasında İslam Kalkınma Bankası Başkanı Dr. Ahmed Mohammed Ali ile birçok konuda yararlı bir görüşme yapma fırsatı bulduk.

Söz konusu görüşmeleri müteakip, Kral Faysal Vakfı tarafından tertiplenen ödül törenine iştirak ederek tarafıma tevcih edilen değerli ödülü milletimiz adına almanın onur ve mutluluğunu yaşadık.

Mart ayındaki bir diğer önemli seyahatimizi de Başbakan Gordon Brown'un davetlisi olarak İngiltere'ye yaptık.

Bildiğiniz gibi İngiltere ile ortak değerler ve vizyona dayanan köklü ilişkilerimiz var.

İngiltere, sürecin başından beri ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğini kuvvetle destekleyen ülkeler arasında bulunuyor. 

Başbakan Brown'la görüşmelerimizde ikili ilişkilerimiz, Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecimiz ve Kıbrıs'la ilgili güncel durum başta olmak üzere, ortak ilgi alanımıza giren birçok bölgesel ve uluslararası konuda görüş alışverişinde bulunduk.

İki ülke arasında pek çok noktada bir görüş birliği bulunduğunu memnuniyetle müşahede ettik.

Bu çerçevede iki ülke arasında zaten mükemmel seviyede olan ilişkileri çok yönlü açılımlarla geliştirmek noktasında da mutabık kaldık.

Bu değerli müttefikimize, gerek Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde, gerek garantör sıfatına sahip olduğu Kıbrıs meselesinin kapsamlı bir çözüme kavuşturulması hususunda daha aktif rol oynaması arzumuzu da ilettik.

Türkiye ve İngiltere çok yönlü ilişkilere sahip iki ülke...

Bugün itibariyle İngiltere'de 300 bin civarında Türk yaşıyor, bu insanlarımızın iki ülke arasında bir köprü vazifesi gördüğünü müşahede etmekten mutluyuz.

2009 yılında Türkiye'yi ziyaret eden İngiliz turist sayısı 2.5 milyona yakın...

2009 yılında en fazla ihracat yaptığımız ülkeler arasında üçüncü sırada olan İngiltere, en çok ithalat yaptığımız ülkeler arasında da sekizinci sırada yer alıyor.

Bunun yanı sıra Türkiye'de doğrudan yatırım yapan ülkelerin başını da yine İngiltere çekiyor.

Sayıları 2200'e yakın İngiliz firması ülkemizde enerji, telekomünikasyon, finans başta olmak üzere çeşitli alanlarda faaliyet gösteriyor.

İngiltere'yle ticaret hacmimiz 2009 yılında yaklaşık 7milyar Avro seviyelerine gelmiş durumda...

Son dönemde iki ülke arasındaki ilişkileri canlı tutarak geliştirmenin, siyasi, ekonomik, kültürel işbirliği alanında yeni açılımlar yakalamanın gayreti içindeyiz.

Bu ziyaretimizin bu doğrultuda atılmış etkili ve çok yararlı bir adım olduğuna inanıyoruz.

Yine bu ay içinde, Libya lideri Sayın Kaddafi'nin davetine icabetle 26-27 Mart tarihlerinde Sirte'de yapılan Arap Ligi Zirvesi'ne de katıldım. Zirve'nin açılış oturumunda liderlere hitap ettim.

Bu vesileyle dost ve kardeş Arap ülkeleri liderleriyle yaptığım ikili temaslarda bölgemizde yaşanan gelişmeleri derinlemesine gözden geçirme fırsatını elde ettik.

 Bu hafta başında da, bildiğiniz gibi, Almanya Şansölye'si Sayın Merkel'i ülkemizde ağırladık.

Kendisiyle kapsamlı temaslarımda gördüğüm üzere Sayın Merkel, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine de büyük önem vermektedir. 

İki dost ve müttefik ülkenin Başbakanları olarak yaptığımız görüşmeler son derece yararlı ve yapıcı geçmiştir. Şansölye Merkel ile Türkiye-Almanya ikili ilişkileri ve iki ülkeyi yakından ilgilendiren bölgesel ve uluslararası konular üzerinde kapsamlı bir görüş alışverişinde bulunduk.

Dostane bir seyir izleyen ikili ilişkilerimizin tüm alanlarda geliştiğini, mevcut işbirliğimizin her alanda daha da güçlenmesi için ortak kararlılığa sahip olduğumuzu memnuniyetle müşahede ettik.

Sayın Şansölye ile Almanya'da yaşayan vatandaşlarımızı ilgilendiren konuları ve vatandaşlarımızın Alman toplumuna uyumu konusunu da ele aldık. Vatandaşlarımızın kendi kültürleriyle irtibatını koruyarak Alman toplumuna uyum sağlamaları için her iki tarafın da önemli görevler üstlenmesi gerekiyor.

30 Mart günü İstanbul'da düzenlenen Türk - Alman İş Forumu'nda ekonomik ve ticari ilişkilerimizi daha kapsamlı bir biçimde ele alma fırsatı bulduk.

Ziyaretin İstanbul ayağında, İstanbul ve Essen kentlerinin Avrupa 2010 Kültür Başkenti oldukları da dikkate alınarak iki ülkeden sanatçıların katılımıyla düzenlenen konseri de Şansölye Merkel ile birlikte izleme fırsatı buldum.

Değerli vatandaşlarım...

Konuşmamı, 8 Mart günü Elazığ'da meydana gelen depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kere daha Allah'tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı dileyerek sona erdiriyorum.

İlk günden itibaren devletimizin bütün imkânlarıyla oradaki afetzedelerimizin yanında olduk, olmaya da devam ediyoruz.

Başta yeni konutların yapımı olmak üzere vatandaşlarımızın yeniden normal hayatlarına dönmesi için ne gerekiyorsa gecikmeden yapılacaktır, bundan da hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Allah milletimize böyle acılar yaşatmasın temennisiyle sözlerime son veriyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. 

Allah yar ve yardımcımız olsun.


31.03.2010